Çocuklarımızın tüketim dünyası ile tanışmaları daha sekiz - dokuz aylık bebekken başlıyor. Televizyon önünde yemek yedirilen, uyutulan bebekler, reklamlar başladığında müziğin ve görüntülerin ard arda değiştiğini hissederek reklamları izlemeye başlıyorlar. Reklamlar başladığında adeta donup kalan çocuğun daha kolay yemek yediğini hisseden anneler reklam oynarken bebekleri beslemeye başlıyorlar. Birçok kreşte de bakıcılar aynı yolu deniyorlar.
Uzmanlar çocukların televizyondan kendilerine sunulan her mesajın kendileri için iyi ve doğru olduğunu kabul ettiklerini, televizyonda gösterilen reklamlardaki ürünleri tüketmelerinin de kendileri için iyi olacağını düşündüklerini söylüyorlar. Çocuk, televizyonda eğer bir babanın çocuğuna jöleli şeker, gofret aldığını görüyorsa, kendi babasının da bu tür ürünleri kendisine almasını istiyor. Bazı anne babaların bu tür gıdaları sağlıksız olarak çocuklara yasakladıkları zaman çocuk televizyon ile anne ve babasının arasında kalıyor. Bu durumda anne ve babasının uyguladığı yasakçı politikayı anlamsız bulup, televizyonda gördüğü jöleli şekeri, kolayı, gofreti babasının elinden alan çocuğu haklı görüyor.
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında çıkartılan, ticari reklam ve ilanlara ilişkin ilkeler yönetmeliğinde; reklamların çocukların saflıklarını, bilgi eksikliklerini ve tecrübesizliklerini istismar edemeyeceği; fiziksel, ahlaki, psikolojik, ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz etkileyecek hiçbir ifade ya da görüntü içeremeyeceği hükümlerini getirmiştir.
Yönetmelikler ne derse desin, uygulamada, çocuklar reklamın ne anlama geldiğini ve reklamın bir malı satmak için yapılan bir ticari program olduğunu öğrenene kadar, kıskıvrak yakalanıyorlar.
Çok fazla kolalı meşrubat içtiği için kilo alan, kafein bağımlısı bir çocukla tanışmıştım. Onbir yaşındaki çocuk günde bir buçuk litre kola içmediği zaman krize giriyor, evin perdelerini aşağı çekiyor ve bardakları kırıyordu. Ailesi sonradan çocuğu doktorlara götürdüğünde doktorlar, “kola yasak, sana zararlı,” dediklerinde çocuk, “Bakın televizyona, Iğdır’dan, Edirne’ye kadar bütün ailelerin iftar sofralarında ikibuçuk litrelik kolalar var, nesi yasak, insanlar orucunu açıyorlar.” deyivermişti. Doktorlar bu cevap karşısında ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı.
Şeker, sakız ve gofretler büyük supermarketlerin yazar kasalarının hemen önüne, ailesi ile alışverişe gelen çocuğu son anda avlamak için oraya konulur. Çocuk annesine alması için önce yalvarır, sonra ağlar, çığlıklar atar.
Büyüdüğünde reklamın ne anlama geldiğini artık öğrense de, reklam dünyası bu sefer beş liralık şampuanı bir kız-erkek arkadaş bulma aracı olarak ona satar. Bu şampuan satın alınmadığında kızların saçları dalgalı olmayacak, erkeklerin kafası kepek olacağı için arkadaş bulamayacaklardır.
Sonra cep telefonlarının en pahalı markası, en iyi araba, en iyi şu, en kaliteli bu, derken tüketim dünyası içinde yolculuk devam eder.
Milli gelir dağılımı bozuldukça, pek az kişi tüketebilirken, bir çoğu da yoksulluktan tüketemez. Tüketebilen ile tüketemeyen arasındaki uçurum büyüdükçe, sosyal huzursuzluklar, hırsızlıklar artar. Kimi ekmek çaldığı için yıllarca ceza yatarken, kimi trilyonlar çalmışken birkaç ay bile ceza almadan kurtulur.
Bir doğumevinde yeni bir bebek doğar, birkaç hafta sonra anne babaya, şu marka bebek bezi al diye talimatını verir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder