İstanbul Oyuncak Müzesi, yerli ve yabancı bir
çok oyuncağı sergiliyor. Yıllar geçtikçe unuttuğumuz deterjan kutuları, öküzbaş
çiviti, tenekeden yapılmış oyuncak polis arabalarından tutunda, Almanya’dan
getirilen elektrikli oyuncak trenler bir bir sergileniyor. Çocuklar ve aileleri
için cumartesi ve Pazar günleri vakit geçirilecek güzel bir müze. Hemen alt
katındaki kafeteryada çocuklar için doğum günü organizasyonları yapılıyor.
Oyuncak müzesinden çıkıyorum.. Birkaç adım
sonra bir kadın çöpleri karıştırıyor. Çöp toplayıcılarının naylon çuvallarla
kapladığı çek çek arabasının üstünde bir çocuk annesinin attığı kağıtları
ezerek alta doğru sıkıştırıyor. Annesi bir yandan “ bas laan “ diye bağırıp
çocuğun ayağının dibine kağıtları atıyor.
Çöp kutusu bir pastacının önünde duruyor.
Çöpün önünde mayaların konduğu kartonlar, yağ kutuları ve sıvı cikolatinin
konduğu plastik kaplar duruyor. Çocuk sanıyorum daha önce bu çöpten pasta
yediği için annesine bağırıyor. “ Anne bak bi kııı pasta atmışlar mı“ Annesi
ilgisiz, kartonları atarken yine
baaaaas” diye bağırıyor..
İstanbul oyuncak müzesinin önü. İçeride
birazdan bir yaş günü partisinde pasta yenilecek. Az ilerde bir başka çocuk,
çöpe pasta atılmış mı diye merak ediyor.
Eskiden raporlara, yıllardır uygulanan yanlış
tarım ve hayvancılık politikaları, köyden kente giderek artan göç ve kentsel
işsizlik, milli gelir dağılımının giderek bozulması diye yazardık, şimdi buna
terör nedeniyle boşaltılan köyleri de eklemek gerekiyor.
Başbakan çıkıp “üç çocuk en az üç çocuk” diye
bağırıyor. Üç çocukla bu işsizlikte ve bu pahalılıkta, ancak daha iyi çöp
toplanabilir.
Çünkü üç çocuğu da üniversiteyi bitirmiş ama
iş bulamamış o kadar çok aile varki…
Anneee bak bi kııııı pasta atmışlar mı.
Bu tür görüntüleri ve sesleri artık
duymuyoruz. Kanıksanıyor zamanla, üzücü olan da o.
Kaynak gösterimi: www.0-18.org