ULUSAL İLETİŞİM AĞI

27 Kasım 2010 Cumartesi

Kömür ve Çocuk...

İngiltere’nin sanayi devrimine geçişini hızlandıran en önemli etken üretimde buhar makinelerinin kullanılmaya başlanmasıdır. Buhar makinelerinin yaygınlaşması ile, buhar makinelerinin çalışması için gerekli olan kömüre de bir anda talep artıvermişti.

Maden ocaklarında çalışan işçilerin birçoğunun kentlere göç etmesi ile madenlerde çalışmak üzere çocuklar kullanılmaya başlandı. Girilmeyecek kadar küçük galerilere boyunlarındaki sepet ve bir çekicle emekleyerek giren küçük çocuklar, kazdıkları  kömürü sepetlerine koyup geri geri galerilerden çıkartırlardı. Bir çoğu 30’lu yaşlarını göremeden ölüp gittikleri için “bir genç kara ölü daha” denilerek son yolculuklarına uğurlandılar.

Günümüzde artık bu kömürcü çocuklarından çalışan kalmadı dersek yanılmış oluruz. Bugün Hindistan’ın kuzeydoğusunda Jaintia tepelerinde çoğu Bangladeş’li ve  Nepal’li olan tam 70 bin çocuk son derece tehlikeli koşullarda madenlerde kömür arıyor.*

Türkiye’de ise çocuk işçilik kanunen yasak olmasına karşın, özellikle sanayide çırak, tarımda aile işçiliği adı altında sürdürülüyor. Çocuklar çalışmadığında genel işsizlik nedeni ile aile geçimini sürdüremiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2006 Çocuk İşgücü Anketi verileri baz alınarak hazırlanan araştırmaya göre çalışan çocukların 204 bini ücretsiz aile işçisi, 109 bini ücretli, maaşlı ya da yevmiye ile çalıştırılıyor. Tabii bu işin istatistiğe yansıyan kısmı. Buzdağının ise görünen ucu sadece. Milli gelir dağılımındaki bozukluk, işsizlik, yoksulluk arttıkça çocuk işçi istihdamı da artıyor.

Çocukluktan çıktıklarında ise kayıt dışı istihdamın sigortasız, güvencesiz çalışanlar ordusunun yeni neferleri olacaklar. Çünkü Türkiye’de şu anda çalışan iki kişiden biri kayıt dışı. Sayıları 11 milyonu bulan kayıt dışı işçiler ile ilgili tedbirler almayı da hiçbir hükümet cesaret edip alamıyor. Kayıt dışı çalıştırma kanunen yasak ama uygulayan kim. İşyerleri kontrol edildiğinde kayıt dışı çalışanların yüzde ellisinin işine son verilse, ortaya çıkan 5.5 milyonluk işsizler ordusu her siyasi iktidar için sorun olacak. O yüzden “kim nasıl çalışırsa çalışsın, işi varmı dua etsin” mantığı ile şükürler olsun diyen bir çalışma şekli yaygınlaştırılıyor. Yaz aylarında tarımda çalışmak üzere işçi çocuk pazarları kuruluyor. Türkiye AB’ye bu konuda söz vermiş ama, AB’ye alınma umudu olmayınca verilen sözünde tutulacağı ile ilgili bir girişimi de yok aslında.

Bu çocuk halleri yazımızın konusu, Diyarbakır’da terör belasından bıkıp, Ankara’ya Kızılcahamam’a gelen bir ailenin öyküsü. Çocuklar babalarına odun kömürü yapmak için yardımcı oluyorlar. Meşe odunları büyük bir çadır gibi dizilip, üzerleri toprakla kapatılıyor. Alttan yanan kontrollü ateşle meşe odunları günlerce pişip meşe kömürüne dönüşüyorlar. Ateş kontrol edilemediğinde ise biriken gazlar yüzünden ocak patlıyor ve etrafında bulunan insanları yakıp kavuruyor.

Bugünkü çocuklarımız bu aileden. Kimi zaman ocakbaşı lokantasındaki Adana kebap kimi zaman da piknikteki mangal için meşe kömürü yapıyorlar.          

Bazen fotoğrafların arasında 200 yıl kadar olsa bile yoksulluğun pençesindeki çoçuklar açısından değişen ne var ki...

Püren TÜRKER'e fotoğrafları için teşekkür ederiz.


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri

7 Kasım 2010 Pazar

Reklamlar ve Çocuklar

Çocuklarımızın tüketim dünyası ile tanışmaları daha sekiz - dokuz aylık bebekken başlıyor. Televizyon önünde yemek yedirilen, uyutulan bebekler, reklamlar başladığında müziğin ve görüntülerin ard arda değiştiğini hissederek reklamları izlemeye başlıyorlar. Reklamlar başladığında adeta donup kalan çocuğun daha kolay yemek yediğini hisseden anneler reklam oynarken bebekleri beslemeye başlıyorlar. Birçok kreşte de bakıcılar aynı yolu deniyorlar.

Uzmanlar çocukların televizyondan kendilerine sunulan her mesajın kendileri için iyi ve doğru olduğunu kabul ettiklerini, televizyonda gösterilen reklamlardaki ürünleri tüketmelerinin de kendileri için iyi olacağını düşündüklerini söylüyorlar. Çocuk, televizyonda eğer bir babanın çocuğuna jöleli şeker, gofret aldığını görüyorsa, kendi babasının da bu tür ürünleri kendisine almasını istiyor. Bazı anne babaların bu tür gıdaları sağlıksız olarak çocuklara yasakladıkları zaman çocuk televizyon ile anne ve babasının arasında kalıyor. Bu durumda anne ve babasının uyguladığı yasakçı politikayı anlamsız bulup, televizyonda gördüğü jöleli şekeri, kolayı, gofreti babasının elinden alan çocuğu haklı görüyor.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında çıkartılan, ticari reklam ve ilanlara ilişkin ilkeler yönetmeliğinde; reklamların çocukların saflıklarını, bilgi eksikliklerini ve tecrübesizliklerini istismar edemeyeceği; fiziksel, ahlaki, psikolojik, ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz etkileyecek hiçbir ifade ya da görüntü içeremeyeceği hükümlerini getirmiştir.

Yönetmelikler ne derse desin, uygulamada, çocuklar reklamın ne anlama geldiğini ve reklamın bir malı satmak için yapılan bir ticari program olduğunu öğrenene kadar, kıskıvrak yakalanıyorlar.

Çok fazla kolalı meşrubat içtiği için kilo alan, kafein bağımlısı bir çocukla tanışmıştım. Onbir yaşındaki çocuk günde bir buçuk litre kola içmediği zaman krize giriyor, evin perdelerini aşağı çekiyor ve bardakları kırıyordu. Ailesi sonradan çocuğu doktorlara götürdüğünde doktorlar, “kola yasak, sana zararlı,” dediklerinde çocuk, “Bakın televizyona, Iğdır’dan, Edirne’ye kadar bütün ailelerin iftar sofralarında ikibuçuk litrelik kolalar var, nesi yasak, insanlar orucunu açıyorlar.”  deyivermişti. Doktorlar bu cevap karşısında ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı.

Şeker, sakız ve gofretler büyük supermarketlerin yazar kasalarının hemen önüne, ailesi ile alışverişe gelen çocuğu son anda avlamak için oraya konulur. Çocuk annesine alması için önce yalvarır, sonra ağlar, çığlıklar atar.

Büyüdüğünde reklamın ne anlama geldiğini artık öğrense de, reklam dünyası bu sefer beş liralık şampuanı bir kız-erkek arkadaş bulma aracı olarak ona satar. Bu şampuan satın alınmadığında kızların saçları dalgalı olmayacak, erkeklerin kafası kepek olacağı için arkadaş bulamayacaklardır.

Sonra cep telefonlarının en pahalı markası, en iyi araba, en iyi şu, en kaliteli bu, derken tüketim dünyası içinde yolculuk devam eder.

Milli gelir dağılımı bozuldukça, pek az kişi tüketebilirken, bir çoğu da  yoksulluktan tüketemez. Tüketebilen ile tüketemeyen arasındaki uçurum büyüdükçe, sosyal huzursuzluklar, hırsızlıklar artar. Kimi ekmek çaldığı için yıllarca ceza yatarken, kimi trilyonlar çalmışken birkaç ay bile ceza almadan kurtulur.

Bir doğumevinde yeni bir bebek doğar, birkaç hafta sonra anne babaya, şu marka bebek bezi al diye talimatını verir…