ULUSAL İLETİŞİM AĞI

19 Aralık 2010 Pazar

Bin Bebekten Onyedisini Gömdük

Ünlü İngiliz siyasetçisi Benjamin Disareli, “Üç türlü yalan vardır. Basit Yalan, Kuyruklu Yalan, ve İstatistik” der.

Siyaset’i yürüten politikacı’nın ise politika kavramındaki poli, çok, tika ise yüz anlamındadır. Bu çerçevede, politikanın, çok yüzlülüğü, iki yüzlülüğü anlatmak için kullanılan bir kavram olduğunu görüyoruz.

Politika kavramındaki çok yüzlülüğün bir de bilimsel tarafı vardır. Politikacılar, olaylara yaklaşırken bir yüzleri ile amaçlar ve hedefleri ortaya koyarken, diğer yüzleriyle de yöntemler ve taktikleri hesap ediyorlar. Bu nedenle politikacılar, birçok yöntemi ve taktiği kullanarak amaca ulaşmaya çalışıyorlar. Tabii bu yöntemlerden birisi de inanırlılığı arttıracak istatistiklere başvurmaktır. İstatistik sonuçlardan bir kısmını alıp, bir kısmını görmezden gelmek ya da sonuçlara götürecek araştırma ve yöntemleri manuple etmek de politikacıyı sahip olduğu iktidarda tutmaya veya iktidar yolunda ilerlemesini sağlar.

Ülkemizde siyasetçiler, her zaman istatistiklerin iyi yanını kullanırlar. Hiçbir zaman “bizim zamanımızda benzin şu kadar zamlandı, işsizlik ve yoksulların sayısı şu kadar arttı” diyebilen bir politikacı da görülmez hiç. Çünkü bu tür bir politikacı zaten kendini tanımlayan poli ve tika açılımı ile de ters düşer.

Pekiyi ya gelişmekte olan ülkelerdeki bütün politikacılar aynı olduğuna göre biz gerçeği nasıl göreceğiz. Belki de bu yüzden Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), 20 yıl önce ülkelerin gerçek durumuna değinen İnsani Gelişme Endeksi denilen istatistik raporlarını yayınlamaya başladı.

UNDP tarafından hazırlanan 2010 raporuna göre; yüksek gelir düzeyine karşın Türkiye’nin hala eğitim, sağlık hizmeti ve insanlar arasında eşitsizlik yönünden yapması gerekenler bulunuyor. OECD ülkelerinin gerisinde İnsani Gelişme Endeksi’nde (İGE) Türkiye, sıralamada AB üye ülkeleri ile AB’ye aday olan diğer ülkelerin ve OECD ortalamasının altında yer aldı. Ayrıca Türkiye gibi yüksek insani gelişme kategorisinde yer alan ve satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen gayri safi milli gelir seviyesi Türkiye’nin altında olan Bulgaristan, Letonya ve Romanya gibi ülkeler, ortalama eğitim süresi ve beklenen yaşam süresi ortalamaları sayesinde Türkiye’ye kıyasla daha üst sıralarda.

Türkiye’nin, İnsanî Gelişme Endeksi’nde ülkeyi OECD ve AB standartlarına yaklaştırabilecek daha üst sıralara ulaşabilmesi için çabalarını doğumda yaşam beklentisini 2010’da 72.2 yıla ve ortalama eğitim süresini de 2010’da 6.5 yıl arttırmaya yönlendirmesi gerekiyor. Raporda, Türkiye’nin İGE’deki mevcut yeri, yüksek insani gelişme düzeyindeki ülkeler arasında sondan üçüncü sırada yer alan ortalama eğitim süresine bağlanıyor. Ortalama 6.5 yıl eğitim süresi olan Türkiye’nin ardından sırasıyla 6.2 ve 6.1 yıl ile Venezuela ve Kuveyt geliyor. Türkiye’de ortalama eğitim süresi OECD ülkelerinin sürelerinin neredeyse yarısına denk geliyor; 2010 rakamlarına göre bu süre 11.4 yıl.

Eğitim, sağlık ve diğer yaşam koşullarında yoksunluğu gösteren Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’nde yüksek insani gelişme gösteren ülkeler kategorisinde Peru ve Kolombiya’nın ardından Türkiye ve Brezilya en yüksek değere sahip. Türkiye 0.039’luk bir oranla Azerbaycan ve Kırgızistan ile birlikte, Doğu Avrupa ve Orta Asya bölgesinin en yüksek Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ değerine sahip. 
2010 raporuna göre nüfusun yüzde 8’i birden fazla yoksunluk yaşarken, yüzde 19’luk diğer bir bölümü de çoklu yoksunluk koşullarının sınırında yer alıyor.

Yine bir başka uluslar arası kuruluş olan Ekonomik Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Örgütü, OECD'nin 'Avrupa'da Sağlığa Bakış 2010' raporuna göre, bin kişiye düşen doktor sayısında Türkiye, AB ortalamasının yarısına ulaşamadı. Bebek ölüm oranı ise binde 17 ile en yüksek Türkiye'de kaydedildi. Bebeklerde ölüm oranı binde 17 ile en yüksek Türkiye’de kaydedilirken binde 11’le Romanya, binde 9,9’la Malta ve binde 8,6’yla Bulgaristan ön sıralarda yer aldı. AB ortalamasının binde 4,6 olduğu bu oran Lüksemburg’da binde 1,8’e, Slovenya’da binde 2,1’e, İzlanda ve İsveç’te binde 2,5’e kadar düşürüldü. 2,5 kilodan az bebekleri kapsayan düşük kilolu doğum oranı ise yüzde 11’le yine en yüksek Türkiye’de görüldü.

İşte bunlar Benjamin Disareli’nin dediği gibi kuyruklu yalan sınıfını da aşan istatistikler değil. Bunlar gerçek. Halktan ne kadar saklanmaya çalışılsa da kişi başına düşen milli gelirin artmasının (gelir dağılımındaki bozukluk nedeni ile) yoksulluğu azaltmadığı gibi, bin bebekten 17 sinin öldüğü, beslenme bozuklukları nedeniyle her yüz bebekten 11’inin 2.5 kilonun altında doğduğu ülke de Türkiye...

Birçok vatandaşın beyninin yalan yanlış bilgilerle doldurulduğu şu günlerde iyi ki UNDP veya OECD gibi kuruluşlar ortaya çıkıp bize gerçeği gösterebiliyorlar. Yoksa ülkemizde hangi istatistik bin bebekten 17 sinin mezara gittiğini söyleyecekti ki? Hemen siyasi iktidarın politikacıları çıkar, “hastanenin kapısında bebekleri mi sayıyorsun kardeşim, ne malum” deyiverirlerdi.


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri
Fotoğraflar: caximages

12 Aralık 2010 Pazar

Fetus’ten Bebeğe Oradan Çocuğa Sigara

Sigaranın fabrikasyon üretime geçmesinden hemen sonra sigara firmalarının gazete ve dergilerde, büyük kentlerin sokak afişlerinde reklamları yayınlanmaya başladı. İkinci Dünya Savaşında, bir Camel Sigarası için bir mil yürürüm reklamı ile askere giden yeni bir nesil sigaranın esiri haline getirildi. Sigara endüstrisi, sigara satışlarını arttırmak için Hollywood’un film artistlerinden de yararlandı. John Wayne’den, Humphrey Bogart’a kadar çevrilen filmlerin sponsorluğunu gizli gizli sigara firmaları yaptı. Hollywood filmlerinde çok sigara içildiğini gören Yeşilçam’da hiçbir mali destek almadan bol bol sigaranın tanıtımını yaptı. “Yak bi ciğara” sözü ile yıllar boyu Türk seyircisi duman altı filmler izledi.

Tabii beş dakika aralarda da sigaraya saldırıldı. Marlboro, yıllar boyu “kovboy olacaksınız” imajlı reklamlarla, hayatında at görmemiş Afrika’lı sığır çobanlarına bile sigara satmayı başardı. Sonraki yıllarda gençleri sigaraya alıştırmak için Formula-1 yarışları desteklendi. Çok değil hatırlarsanız bundan  5-6 yıl yöncesine kadar, Formula-1 yarışlarında 90 dakikalık bir yarışta ortalama dört bin kez Marlboro yazısı ve logosu genç izleyicilerin bilinç altına sokuldu.

Türkiye milyarlar harcayarak Formula-1 için pist yaptı ise de sigara firmalarının yarışlara destek vermesinin yasaklanması ile milyarlar harcanan pist iki yılda bir kez kullanılan atıl bir yatırım haline geldi.

Sigara firmalarının geleceği, gençlerin sigara tiryakisi olmasına bağlı. Sigaranın zararlarını görerek, duyarak, büyüyen gençlik sigara firmaları için bir kayıp haline geliyor. Sigara ile çocuğun ilişkisi ve zehirlenme aslında çocuğun anne rahmine düşmesi ile başlıyor. Düşük kiloda çocuk doğurma, erken doğum, plasentanın yerinden erken ayrılması, ani çocuk ölümü sendromu ve okul çağında düşük zihinsel performans sigaranın zararlarından yalnızca bazıları. Sigaranın içinde üç binden fazla kimyasal madde var. Bunların fetus üzerine etkileri kesin olarak bilinmiyor. Bu kimyasal maddeler içinde üzerinde durulan 3 tanesi; nikotin, karbonmonoksit ve siyanid. "Nikotin kuvvetli bir damar büzücü ajandır ve rahme giden kan akımını azaltarak etkili olabilir. Gelişme geriliğine neden olabilir, ayrıca kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltır.

Bebek dünyaya sigara içilen bir ortamda geldiğinde ve gelişimini bu ortamda sürdürdüğünde ise başta solunum yolu rahatsızlıkları, bağışıklık sisteminin zayıflaması ile hastalığa açık bir vücutla yaşama tutunmaya çalışıyor. İlkokul ve ortaokul çağlarında ise rol model olarak sigara içen büyüklerini taklit eden gençler sigaraya daha kolay başlıyorlar. Birçok genç sigaraya büyüdüğünü göstermek için başlıyor.

Türkiye’de Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesinde uzun yıllar genel sekreterlik görevini yürütürken, ülkemizde sigara firmalarının gençleri nasıl sigara alıştırmak için akıl almaz yollar bulduğunu görmüştüm. Kahvehane ve barlarda kül tablalarının üzerindeki sigara reklamlarından, gençlere dağıtılan bel çantalarından ve nihayet ücretsiz dağıtılan sigara örnekleri ve çakmakların amacı yeni tiryakiler kazanmaktı.

Kısa adı HORECA olan hotel, restoran ve kafeterya üçgeninde bir çok bar ve kahvehaneye kül tablaları ve duvar panolarının konulması karşılığında kira yardımları da yapıldı. Gençleri, sevilen grupların konserlerine çekmek için üç tane boş sigara paketi karşılığında giriş bedava diye yapılan reklamların bir çoğu şimdilerde yasaklandı. Ama sigara endüstrisi durmadı. Durduğu anda biteceğini bildiği için gençlerin özel davetiye ile girdiği içeriye başka kimsenin alınmadığı, mini etekli genç kızların sigara örneği dağıttığı kapalı toplantılar yine yapılıyor.

Bugün bile hala bir sigara firmasının marka ve logosuna benzeyen kırmızı beyazlı jipler gençlerin gittikleri diskoların önünde sık sık görülüyor ve bu sektörde çalışanların ne kadar çok para kazandığı imajı vurgulanıyor.

Fetus’ten bebeğe, bebekten çocuğa, oradan gence, gençten yetişkine ve yaşlıya kadar sigara insanlığı öldürmeye devam ediyor. Bu açıdan biz büyüklere, çocuklarımızın sigaraya alışmaması ve onun zararlarını başlamadan görebilmelerini göstermek ve öğretmek konusunda büyük görevler düşüyor.


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri

5 Aralık 2010 Pazar

Engelli Çocuklar ve Fotoğraf Sanatı

AFSAD Fotoğraf Eğitmeni Fazlı Öztürk;

“Engelli tek bir çocuğun gözündeki gülümseme, onun hayat yolculuğunda gözlediğim ufak bir gelişimi benim için çok önemli”


Geçtiğimiz 3 Aralık bütün Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de Engelliler Haftası olarak kutlandı. Bazı kurum ve kuruluşlar, yalnızca o haftaya sığdırdıkları etkinliklerini kameralar önünde gülerek anlatırken, bazıları da sessiz sedasız geliştirdikleri projeler ile sergi salonlarında yerlerini aldılar. Ankara Çankaya Belediyesi, engellilerin kent içi yaşamını kolaylaştırmak için yıl boyu projeler üretiyor. Zihinsel Engelli gençlerin hayata hazırlanması için bir model olarak geliştirilen “Çengel Kafe” gençlere servis açma, sipariş alma ve servis yapma gibi eğitimleri veriyor. Kafe ayrıca gençlere tiyatro, halk oyunları gibi kurslar düzenliyor.
           
3 Aralık günü Ankara’da Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi’nde, engelli çocuk ve gençlerimizin sanatsal faaliyetleri sergilendi. Sanat kuşkusuz gerek zihinsel engelli, gerek işitme engelli ve az gören çocuklarımız için büyük bir gelişim aracı. Kısa adı AFSAD olan, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği de bu sergi açılışında yaklaşık beş yıldan beri engelli çocuklar için yürüttüğü fotoğraf kurslarında çocuklarımızın çektiği fotoğrafları sergiledi. Bu projenin başında olan AFSAD fotoğraf eğitmeni Fazlı Öztürk, bu süreci şöyle anlatıyor.

“Bedensel engelli çocuklara yönelik fotoğraf eğitimi projemizin bütçe yokluğu nedeni ile iptal edilmesinden sonra, az gören çocuklara yönelik fotoğraf eğitimlerine başladık. Hemen otomatik netliği olan makinelerden aradık, bunları bir arkadaşımız bağış olarak getirdi. Onlara aslında fotoğraf üzerinden diğerini tanıma, dış dünya ile iletişim kurma yetisini kazandırmaktı amaç.”

AFSAD eğitmeni Fazlı Öztürk, fotoğrafın engelli çocuklar üzerindeki olağanüstü iyileştirici etkisini gördüğünde daha sonra işitme engelli gençler için fotoğraf eğitimlerine başladı. Bu eğitimler sonucu birçok sergi açıldı. Asıl olan işitme engelli çocukların çok dar olan istihdam olanaklarını geliştirmekti. AFSAD onların grafik tasarım alanında da eğitimlerini tamamlayarak iki öğrenciyi grafik tasarım atölyesinde işe yerleştirdi. Bir öğrenci ise Akşam Gazetesinde foto muhabiri olarak göreve başladı. Fazlı Hoca, onların gelecek yılki eğitimlerinde iş bulabilme olanaklarını arttırmak için düğün fotoğrafçılığı kursunu da ekleyeceğini söylüyor.

AFSAD’lı fotoğraf sever dostlar, kısa adı ZİÇEV olan Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfında da fotoğraf eğitmenliği görevlerini sürdürüyorlar. Geçmiş yıllarda birçok fotoğraf etkinliği yapılarak engelli çocuklarımızın fotoğraf ile insanlarla iletişim kurmaları hedeflendi. Fazlı Hoca gibi burada Berat Pehlivan, Suderin Murat, Mebrur Hatunoğlu gibi fotoğraf eğitmenleri de zihinsel engelli çocuklarımız için canla başla çalışıyorlar.

AFSAD, kamu yararına çalışan bir fotoğraf derneği, kısıtlı gelir kaynakları ile Ankara’da Zihinsel ve bedensel engelli gençlerimize fotoğraf öğretiyor. Fotoğraf aslında Fazlı Öztürk’ün de dediği gibi yalnızca bir araç, önemli olan onların yüzündeki bir gülümsemeyi yaratabilmek ve onlara hayat yolculuğunda ufak bir katkı sağlayabilmek. AFSAD, engelli gençler için yürüttüğü bu etkinliklerin diğer illerimizde ve ilçelerimizde kurulu fotoğraf ve sanat dernekleri için de bir model oluşturması dileğinde.

Hocalarına sarılıp öpen, onları kucaklayan çocuklarımızı, gençlerimizi gördükçe onlar için iyi bir şeyler yapmanın mutluluğunu yüreğinde taşıyanları da takdir ediyorum.

Sergi açılışları, kutlamalar bittikten sonra sergi salonlarına gidip onların çektiği fotoğraflara uzun uzun bakarım. Bazı fotoğraflardan engelli olduklarını bir kenara bırakın onların profesyonel olduklarını bile sanabilirsiniz. Bazıları ise gerçekten hiç göremediğimiz bir bakış açısı verir bizlere. Çocuğun bu fotoğraf ile ne anlatmak istediğinden çok ne hissettirmek istediğini sorarsınız kendinize…

Çeken evladımız zihinsel engelli de olsa, görme veya işitme engelli de olsa onun kadrajından gördüğü dünyasına girerim. Sonuçta, “ben buradayım ey insanlar, görün beni, takdir edin” mesajı her fotoğrafta vardır.

Önemli olan onlar için bir şeyler yapabilmek, vakit ayırmak ve sonuçta da bir çocuk gülümsemesinin insan vicdanında yarattığı memnuniyeti yaşamaktır.

Ankara’da bazen güzel şeyler de oluyor.

Bunları yapanlara ne mutlu…


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri