ULUSAL İLETİŞİM AĞI

29 Ocak 2011 Cumartesi

İNTERNET: Çocuklar için dost mu, düşman mı?

“Sokakta değil çocuğum. Sokakta bir sürü sapık var. Üstelik sokakta oynayacak yer bile kalmadı. Bütün kaldırımlar otopark oldu. Odasında oturup bilgisayarının başında ödevlerini yapıyor. Gözümün önünde böylesi daha güvenli.”

Normal gibi görünüyor değil mi? Aslında hiç de öyle değil. Bilgisayarının başında oturan çocuk, internete girdiği anda eğer gerekli güvenlik kurallarını uygulamıyor ise sokaktakinden yüzlerce kez daha fazla tehlikede. Hem de bu tehlike internetin ulaştığı bütün ülkelere kadar uzanıyor.

Sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’ta çizgi film karakterlerinin kişi fotoğrafı olarak kullanılması masum bir akım gibi görünmesine rağmen, sonradan bunun internette çocuk pornosu ile uğraşanların, çocukları bu yolla kandırmak için buldukları bir tuzak olduğu anlaşıldı.

Çocuklarımız internette ödev yaparken bile, bu sitelerden başka sitelere oradan da başka sitelere yönlendirilebiliyorlar. Çocuklarımızın bir çoğu da “nasıl olsa bilgisayar, bunun içinden çıkıp bana zarar veremez” diye düşünüyorlar. Internetten anlamayan anne ve babaların da görüşü ne yazık ki bu yönde. Çocuklar, takma ad kullanmadan bütün kimlik bilgilerini, adreslerini, okullarını ve sınıflarını da internette karşılaştıkları kişilere kolaylıkla verebiliyorlar.

Pekiyi işin gerçeği ne.. Gelin ona da bakalım.

IWF (Internet Watch Foundation) tarafından yayımlanan 2009 yılı raporunda, çocukların cinsel istismar görüntülerini satan en az 450 farklı suç örgütünün tespit edildiği belirtildi. Bunların sadece 10 tanesi bile 650’den fazla uygunsuz web sayfası barındırıyor. IWF, bahsi geçen web sayfalarını engelleyerek, binlerce görüntüye ulaşılmasının ve bunun ticaretinin önüne geçti. ''Avrupa Çevrimiçi Çocuklar'' projesi kapsamında 25 Avrupa ülkesinde yapılan araştırmaya göre, internet kullanan Türk çocuklarının yüzde 85'i, internette karşılaşabilecekleri istenmeyen sorunları çözebileceklerine inanıyor. Ancak interneti güvenli kullanma konusunda Türk çocukları Avrupalı yaşıtlarının en gerisinde kalıyor.

ODTÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kürşat Çağıltay, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünde düzenlenen basın toplantısında, çocuklar ve çevrimiçi teknolojiler konusunda Avrupa çapındaki sosyal, kültürel ve düzenleyici etkilerin ne olduğunu belirlemek amacıyla yapılan araştırmanın sonuçları hakkında bilgi verdi.

Araştırmanın, 25 Avrupa ülkesinde bu yılın mayıs-haziran tarihleri arasında 9-16 yaş grubunda yönelik olarak yapıldığını belirten Çağıltay, Türkiye'de kentsel ve kırsal bölgelerden seçkinsiz tabaka yöntemiyle seçilen bin 18 çocukla yüz yüze görüşmeler yapıldığını söyledi.

Araştırmaya katılan ve hepsi internet kullanan çocukların yüzde 40'nın kendisine ait bilgisayarı olduğunu, yüzde 40'ının da bilgisayarını aile fertleriyle paylaştığını ifade eden Çağıltay, Türk çocuklarının ve ebeveynlerinin internet kullanım oranının Avrupa ortalamasının oldukça altında kaldığını söyledi.

Türkiye'de çocukların yarıdan fazlasının internete evden ve internet kafelerden bağlandığına, evden bağlanan çocukların 3'te birinin bilgisayarının da ortak kullanılan odada bulunmadığına işaret eden Çağıltay, bunun ebeveynlerin çocuklarının internet kullanımını denetlemelerini engellediğini dile getirdi.

İnternet güvenliği konusunda gerek ailelerin, gerek ebeveynlerin kendilerini yetkin gördüğünü, ancak araştırmanın reel sonuçlarının tam tersini ortaya koyduğunu kaydeden Çağıltay, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ebeveynlerin yüzde 72'den fazlası çocuklarının internette karşılaştığı rahatsız edici durumlarda, onlara yardım edebilecekleri konusunda kendisine güvenmektedir. İstenmeyen virüs programı kullanım oranı Avrupa'daki ebeveynlerde yüzde 72 iken, Türk ebeveynlerde sadece yüzde 42'dir.

Çocukların yüzde 85'i internette karşılaşabilecekleri istenmeyen sorunları çözebileceklerine inanırken, yüzde 83.4'ü de internet kullanımı konusunda çok fazla bilgi sahibi olduğunu belirtti. Çocukların sadece yüzde 17'si filtre seçeneklerini, yüzde 32'si sosyal paylaşım seçeneklerindeki gizlilik ayarlarını nasıl değiştireceklerini biliyor. Çocukların yüzde 71'i ise istenmeyen mesajları nasıl engelleyebileceğinden haberdar değil.''

- ÇOCUKLARIN SOSYAL PAYLAŞIM SİTESİ TERCİHİ FACEBOOK

Araştırmaya katılan çocukların internetteki aktivitelerinin yüzde 92'sini okul işleri, yüzde 59'unu eğlence-video klip izleme, yüzde 49'unu oyun oynama, yüzde 48'ini arkadaşları ile sosyal ağlarda paylaşımda bulunma, yüzde 40'ını haberleri okuma ya da izleme ve müzik ya da film indirmenin oluşturduğunu belirten Çağıltay, sosyal paylaşım sitesi kullanan çocukların yüzde 85'inin facebook profiline sahip olduğunu söyledi.

Sosyal paylaşım sitelerine üye olma yaşının alt sınırının 13 olduğunu hatırlatan Çağıltay, ancak araştırmanın bu sitelerde hesabı bulunan çocukların üçte birinin 13 yaşın altında olduğunu ortaya koyduğunu ifade etti.

Çağıltay, sosyal paylaşım sitelerini kullanan çocukların yüzde 42'sinin profillerinin ''herkese açık'' olduğunu, yüzde 65'inin kendisini açıkça gösteren bir profil resmi kullandığını, yüzde 59'unun güvenlik ayarlarını nasıl değiştireceklerini bilmediğini ve yüzde 19'unun adres, yüzde 8'inin ise telefon numaralarını profillerinde paylaştığınız bildirdi.

- TÜRK VE AVRUPALI ÇOCUKLAR ARASINDA FARK

İnternette cinsel içerikli fotoğraf gördüğünü belirten çocukların oranının yüzde 13 olduğuna işaret eden Çağıltay, ''Yüzde 46'sı bu fotoğraflardan rahatsızlık duyduğunu ifade ederken, Avrupa'da bu oran yüzde 33'lerde kalıyor'' dedi.

Araştırmanın, Türk çocuklarının yüzde 9'unun klasik zorbalığa, yüzde 3'ünün de siber zorbalığa maruz kaldığını ortaya koyduğunu dile getiren Çağıltay, Avrupa'da bu oranların yüzde 20'ye yüzde 5 olarak belirlendiğini söyledi.

Tanışmadığı kişilerle internet üzerinden konuşan ve sonra da yüz yüze görüşen çocukların oranının da Avrupa ile Türkiye arasında farklı olduğuna dikkati çeken Çağıltay, ''Tanımadığı kişilerle internette görüştüğünü söyleyen Türk çocukları yüzde 14, daha sonra yüz yüze tanıştığını belirtenler yüzde 2. Avrupa'da ise yüz yüze tanışmadığı kişilerle internette konuşan çocukların oranı yüzde 25 iken, daha sonra bu kişilerle tanışanların oranı ise yüzde 6'' dedi.

- ''BİLGİSAYAR EVLERDE ORTAK YAŞAM ALANLARINA ALINMALI'
'
Çağıltay, internetin daha güvenli kullanılabilmesi için bilgisayarın çocukların özel odasından ortak yaşam alanlarına alınması, okullarda bilgi ve iletişime yönelik derslerin içeriklerinin geliştirilerek, internet güvenliği konusunda yeni bilgiler sunulması gerektiğini söyledi.

İnternet servis sağlayıcılarına da önemli görevli düştüğünün altını çizen Çağıltay, ailelerin kolay kullanabileceği filtreleme, kısıtlama ve kontrol etme yazılımlarının servis sağlayıcıları tarafından ücretsiz verilmesini önerdi.

Çağıltay, internet güvenliği konusunda çalışan uluslararası organizasyonlara Türkiye'nin üyeliğinin sağlanmasının önemine de işaret etti.

Çocuklara yönelik tehlikeler bunlar. Ya yetişkinlere yönelik olanlar ne.

Sosyal paylaşım sitelerinde çok az insan, fotoğraflarını ve şahsi bilgilerini gizliyor. Birçoğu kendini tanımayan insanlara,kendisinin, ailesinin, evinin fotoğraflarını açıyor. Bir çoğumuzda bu sistemin neye hizmet ettiğini bilmeden paylaştıkça paylaşıyoruz. Aslında çocuklara örnek olması gereken bizleriz.

Türk Telekom’un NeTTe Çocuk Var internet güvenlik sistemi ile belirli kategorilerde filtreleme sağlanabiliyor.Türk Telekom, internetin çocuklar için de güvenli olması açısından yeni bir güvenlik programı oluşturuyor. Böylece ADSL aboneleri rahatlıkla evlerine internet bağlantısı kurabilecek, aileleri içeren güvenlik programından faydalanabilecekler.

0-18.org olarak ilköğretimde mutlaka güvenli internet derslerinin yaygınlaştırılmasını, bunun çocukların devam ettiği dershanelerde de haftada bir zorunlu ders olarak verilmesini istiyoruz.


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri

26 Ocak 2011 Çarşamba

Çocuklara Ne Yedireceğiz?

Ben çocuğuma ne yedireceğim? Bütün anne ve babaların ortak sorusu budur. Kimi yoksulluktan bu soruyu sorar, ekmeği bulamadığı için, kimi de gıdaların içinde bulunan gıda katkı maddeleri, gıda boyaları ve koruyucular nedeni ile bu soruyu sorar.

1980’li yılların başında kısa adı Consumers International olan Uluslararası Tüketici Birlikleri Örgütü’nün Türkiye Temsilciliğini yapıyordum. Kuruluşun yayınladığı Tüketici Interpolü adlı derginin ilk sayısında kısa adı MSG olan monosodyum glutamat adlı bir katkı maddesinden söz ediliyordu. Aslında ne tatlı, ne tuzlu ne de ekşi veya şekerli olan bu madde hepsinin birleşimi idi. Uzakdoğu ülkelerinde “çin tuzu” adı altında bol miktarda kullanıyor, katıldığı gıda dile değdiği zaman dil beyine gönderdiği tad alma sinyalinde dört ana tadı bir gıdadan aldığını iletiyor ve bu da bir ölçüde bağımlılık yapıyordu. MSG bizim ülkemize de geldi. Et ve tavuk suyu tabletleri MSG yi bol miktarda kullanırken, hazır cipsler krakerler derken biraya parlaklık vermek için bile kullanıldığını öğrenmiştik. 

MSG konusunda yaptığımız basın açıklamaları ile kiloda 3 gram kullanılması kısıtlandı ve 80’li yıllarda değişen gıda katkı maddeleri yönetmeliği hamile anneler ile emziren annelerin kullanımında sakınca olduğunu belirten uyarıları MSG kullanılan ürün ambalajları üzerine basmıştı. Sonra gıda endüstrisinin lobiciliği ile bu uyarılar kaldırıldı.
Resim kaynak: 
https://mail.google.com/mail/?ui=2&ik=ad3b7f7303&view=att&th=12dbf0a7cf668faa&attid=0.1&disp=inline&realattid=f_gjdb4pqm0&zw

Gün batımı kırmızısı, sunset yellow isimli gıda boyası ise çok fazla tüketildiğinde çocuklarda alerjik reaksiyonlara deri döküntülerine yol açıyordu. O yıllarda toplumda yaygın düşünce suni içecek tozlarının C vitaminli olduğu ve sağlığa yararlı olduğu idi. Oysa aynı miktarda C vitamini bir mandalinadan alınabilirdi. Ama yaygın TV reklamları insanların bilinçaltına suni içecek tozlarını sokmuştu bir kere.

En kötüsü de çocuklara kreşlerde süt veya çay yerine ucuz olduğu için bol bol sıcak veya soğuk şekli ile suni içecek tozları veriliyordu.

Gıda katkı maddeleri, gıda koruyucuları bugün de yaşamımızı kısaltıyor. Üç haftada bozulmayan yoğurtlar, ekşimeyen sütler, üzerileri mum kaplı market elmaları
küflenmeyen ekmekler derken artık bir çok ürünün genetik yapısı ile oynandığını hepimiz biliyoruz.

Yaşam hız çağı denince gıda da “fast” olmak zorunda. Çocuğunuz ilk hamburgerciden içeri girdiğinde artık o bol yağlı ete, kollestrole, bol şeker ve kafeine alışacak. Hemen kafasına kartondan bir taç takılacak ve o artık bir kral veya kraliçe olacak. Çocuk menüsü ile verilen hediyelerle artık oraya bağımlı hale getirilecek. Nerde o hambugerci logosunu görse tanıyacak ve anne babasına yalvarmaya başlayacak.

Dünya nüfusu 7 milyar artık. Bu nüfusu besleyecek gıda da giderek azalıyor, gıda artık doğal olamayacak. Kimse evinin tarlasında yetiştirdiği domatesi akşam salata yapıp yiyecek kadar toprağa yakın değil.

Permakültür denilen yeni bir akım toprağın kıymetini bilen insanlar ve doğal tarımı anlatıyor. Biz yine markete gitmek, oradaki rengi açık kırmızı, salkım saçak veya üzerinde garip işaretler olan domatesleri alıp bunun sağlıklı olduğu konusunda vicdanımızı rahatlatmak zorundayız. Ya da süt alırken her türlü teknoloji ile süt olmaktan uzaklaştırılmış ama üzerinde “anne sütü kadar doğal” yazanı alıyoruz.
Resim kaynak:
https://mail.google.com/mail/?ui=2&ik=ad3b7f7303&view=att&th=12dbf0a7cf668faa&attid=0.2&disp=inline&realattid=f_gjdb4pqm1&zw

Bilim adamları gıdanın dayanıklılığını arttırmak gerektiğini, zaten kıt olan gıdanın insanlara yetmeyeceğini savunarak her türlü katkıyı gıdaların içine koyuyorlar.

İngiltere, Türkiye’den kurtlu elma ithal etmek isterken, bunun nedenini kurtlu ise doğaldır, tarım zehiri kullanılmamıştır diyerek açıklıyor.

Sahi çocuklara ne yedireceğiz…


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri

16 Ocak 2011 Pazar

Reklamlarda Çocuk Kullanımı

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Reklam Kurulu Başkanlığı Ocak ayı toplantısında üç adet çocuk iç giyimi üreten firmanın reklamlarına ceza verdi. Firmanın reklamlarında çocuk bedeninin yarı çıplak bir şekilde kullanılması, ilgili yasa ve yönetmeliklere aykırı bulundu. Geçtiğimiz aylar içinde 11-12 yaşındaki bir kız çocuğunun göğüslerini elleriyle kapatarak bir külot reklamında oynaması bazı çevrelerin tepkisine neden olmuştu.

Belki hatırlanacaktır, 8-12 yaşlarındaki çocuklara yetişkinler gibi pozlar verdirilmesi ve bedenleri ön plana çıkarılarak istismara açık hale getirilmesi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) tarafından da incelemeye alınmıştı.

SHÇEK yetkilileri, konuyla ilgili olarak inceleme isteyeceklerini bildirirken, uzmanlar da, kötü niyetli kişiler tarafından internette de yayımlanan bu tür fotoğrafların “pornografik malzeme” olarak görüleceğine dikkat çekmişlerdi.

Fotoğrafların amacını aştığını ifade eden psikiyatr Prof. Dr. Bengi Semerci şöyle bir demeç vermişti; “Bu tür fotoğrafların hem cinsel isteklerin giderilmesi, hem de gerçek yaşamdan kaçış için kullanıldığı bir gerçek. Bambaşka amaçla çekilmiş gibi görünen bu fotoğraflardaki görüntü, çocuklara verdirilen pozlar, satılması istenen malın teşhir amacının üstünde. İç çamaşırdan çok, çocukların bedenlerine vurgu var. Özellikle kız çocuğunun duruşu, giyimi, ifadesi, yaşından büyük hale getirilmiş. Bu nedenle de resimler amaç dışı kullanıma açık olmuş.”
 
Bu tür fotoğrafların, konu mankeni çocukların ruhsal gelişimleri ve ruh sağlıklarına da zarar verebileceğini söyleyen Semerci, “Çocuklar, cinsel gelişimleri ve bunun yaratacağı sorunlara maruz kalırlar” değerlendirmesini yaptı.

Sanayi Bakanlığı Reklam Kurulu’nun Ocak ayı toplantısında aldığı kararda çocuklara yönelik iç giyim üreten firmaların reklamlarında çocuk bedeni tam olarak çok az görünürken, çocuklara giydirilmiş külotların bile tepkiye neden olabileceği görüldü.

Pekiyi bu neden böyle? Türkiye çocuk pornografisinin potansiyel tehlikesi açısından dünyada birinci sırada geliyor. Geçtiğimiz günlerde sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta çizgi film karakterlerinin avatar olarak kullanılmasının bile çocuk pornocularının işi olduğu, çizgi film karakterlerini gören çocukların pornocularla daha kolay iletişime geçebileceği açıklanmıştı. Şimdi artık külot giydirilmiş 4-5 yaşındaki çocukların pornografide kullanılacağından endişe ediyoruz. Külot üreten firma bunu mankene giydirse, ona ses çıkarmayacağız.

Aslında bu toplumsal yaranın yalnızca nedeni uluslar arası porno değil. Biraz da bizim içimizde...

Türkiye’de yetiştirme yurtlarında çocukların cinsel istismarı, çocuk hapishanelerinde yine aynı olaylar. Birçok genç kızın 18 yaşın altında daha çocuk denecek yaşta evlendirilmesine kadar bütün sosyo- psikolojik rahatsızlıkların kaynağı belki de genç bedenlere olan aşırı düşkünlük değil mi. Saray’daki iç oğlanları, göğüsleri yeni tomurcaklanmış bakirelere olan düşkünlük konunun tarihsel boyutlarının günümüzdeki gölgeleri değil midir.

Karısını boşayıp genç kızların peşinden giden yaşlı erkekler, genç delikanlı peşinde koşan yaşlı dul kadınlar, gençlere olan düşkünlüğün günümüz göstergeleri değil midir. Hele hele bunu ballandıra ballandıra anlatan magazin dergileri, televizyon programları, silikondan yapılma kadınların yanındaki genç delikanlıları, her tarafını gerdirmiş yaşlı adamların yanında bulunan “ölse de parasını yesem” modunda gezinen genç kadınları gösterince bu normal karşılanıyor.

Ahlak çöküntüsünün sosyetik olanı böyle olunca, zaten tarihten gelen genç bedene olan düşkünlük toplumsal bir yara haline gelmiyor mu? Kara çarşafların altında gezinen dördüncü beşinci eşlerin de yaşlarının kaç olduğunu hangi nikahla alındığını hangimiz bilebiliyoruz. Demek ki bu sorun yalnız sosyete de değil, kendilerini ahlaklı olarak tanıyan bazı muhafazakar kesimlerde de mevcut. Para ve fırsat ele geçince ahlaki değerler açısından iki grup arasında da bir fark kalmıyor.

Biz aslında birkaç külot üreticisine ceza kestik. Esas ele almamız gereken ise belki kendi içimizde bulunan bazı rahatsızlıklarımızla yüzleşebilmemiz değil mi?

Çocuk pornografisinin besleyicileri aslında bir çoğumuzun içinde bulunan ... değil mi?
Ben nokta nokta yazdım, oraya siz istediğinizi yerleştirin, bu yazıda fotoğraf da yok...

Ne dersiniz?


Kaynak gösterimi: Vargı, S., www.0-18.org, Çocuk Halleri